3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Kristal Flamingo’lar Sahiplerini Buldu
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla düzenlenen 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde dün İstinye Park Teras Renk Sineması’nda düzenlenen törenle Kristal Flamingo’lar sahiplerini buldu. Korhan Abay’ın sunuculuğunu üstlendiği gecede festivalin Onur Ödülleri de sahiplerine takdim edildi. Ödül heyecanına Vedat Sakman’ın verdiği, sürpriz yaparak Zuhal Olcay’ın da Yalnızlığım ve Ayrılık da Sevdaya Dahil şarkılarında eşlik ettiği mini bir konser eşlik etti.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’in konuşmasıyla başlayan tören, festival konuklarının, jüri üyelerinin ve sinemasever İzmirlilerin katılımıyla gerçekleşti. Tunç Soyer konuşmasında, “Bir hafta süren sinema, müzik, sanat dolu bir festivalin sonuna geldik. Bu akşam 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin ödül töreninde sizlerle beraber olmaktan büyük bir mutluluk ve gurur duyuyorum. Bugün 21 Haziran Dünya Müzik Günü. Film ve müzikleriyle bize sanat dolu eşsiz bir festival yaşatan tüm sanatçılarımıza, sanat emekçilerimize, üreten herkese teşekkür ediyorum. Bu festival onların sayesinde hayat buldu. Bir hafta boyunca bir kez daha gördük İzmir iklimiyle, doğasıyla, insanıyla dünyanın en büyük, en güzel sinema şehirlerinden biri olabilir. Sinema sektörünün en çok üretim yaptığı şehirler arasında yer alabilir. Üç yıl önce hayalini kurduğumuz İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nin bu noktaya geldiğini görmek umut ve kıvanç verici. Sinema ve müzik sanat dünyasının en etkili evrensel dilini konuşmamızı sağlar. Bir hafta boyunca müziğin notalarıyla dünyanın yedi kıtasından ülkemizin yedi bölgesinden birbirinden farklı hayatları görme duyma tanıma fırsatı bulduk. Yaşamın renklerini, seslerini, nefesini İzmir’e taşıdık. Festivalimiz İzmir’in sanat dostu sanatçı şehir kimliğine güç kattı. Başta sayın Vecdi Sayar olmak üzere festivalde emeği geçen tüm çalışma arkadaşlarıma, sponsorlarımıza ve elbette İzmirli sanatsever hemşerilerime canı gönülden teşekkür ediyorum. İnanıyorum önümüzdeki yıllarda İzmir bu festivali daha çok sahiplenecek salonlar daha çok dolup taşacak. Festivalimiz ülke ve dünya çapında saygınlığını artıracak. Bu uğurda üzerimize düşen sorumluluğun farkındayız her ne pahasına olursa olsun İzmir’de özgür düşünceyi, özgür yaşamı, özgür üretimi desteklemeye devam edeceğiz. İzmir’i sinema sektörünün en çok tercih edilen ev sahibi yapacağız. Sanatın engellenmediği, sanatçının mahkûm edilmediği, kimsenin eserlerinden, düşüncesinden, dilinden, renginden dolayı ötekileştirilmediği bir ülke için canla başla çalışmaya devam edeceğiz. Bu gece Kristal Flamingo Ödülü’ne layık görülen sanatçılarımızı canı gönülden kutluyorum. Festivalimize katılan bütün sinema ve müzik emekçilerini tebrik ediyorum, teşekkür ediyorum,” dedi.
Konuşmasında geçtiğimiz yıl festivalde jüri başkanlığı yapan ve yakın zamanda kaybettiğimiz yönetmen Erden Kıral, yine geçtiğimiz yıl içinde kaybettiğimiz müzisyen Sarper Özsan, besteci Vangelis ve Japon besteci Ryuichi Sakamoto’yu anan Festival Direktörü Vecdi Sayar “Festivaller her zaman büyük bir makinedir ve bunun iyi işlemesi için birkaç katmanın katkısına ihtiyaç var. Bunlardan birincisi seyirci. Üçüncü yılda gördük ki seyircimiz gerçekten artmakta, salonlar dolmaya başladı. Bu kentin seyircisinin bu festivale sahip çıkması. İkincisi festivale destek olanlar. Festivale destek veren bütün kurum ve kuruluşlara teşekkürü borç biliyorum. Üçüncü destek sinema sektöründen. Bu konuda da biz çok önemli. Destekler alıyoruz. O kadar güzel ilgi gördük ki, hemen her filmimiz oyuncu ve yönetmenlerin katılımıyla seyirciyle buluştu,” dedi.
Gecede Onur Ödülleri sahiplerine takdim edildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi Tunç Soyer, değerli sanatçılar
Zuhal Olcay, Erkan Oğur ve Grégoire Hetzel’e ödüllerini takdim etti.
Bahman Ghobadi: “Ödülü İran rejimiyle mücadele eden cesur kadınlara ithaf ediyorum”
Bu yıl festivalde Kültürlerarası Sanat Başarı Ödülü’ne layık görülen İranlı yönetmen Bahman Ghobadi ise törene katılamadığı için gönderdiği video mesajda “Sizinle birlikte olamadığım için çok üzgünüm. Festivale katılmak için Avrupa’dan Türkiye’ye geldim. Planım Ankara’dan İzmir’e uçmaktı. Fakat İran’daki İslami rejim yanlılarından aldığım tehditler nedeniyle bu planı gerçekleştiremiyorum. Bu ödül için festivale teşekkür ediyorum ve ödülü İran rejimiyle mücadele eden cesur kadınlara ithaf ediyorum. Güzel İzmir’de buluşabilmek dileğiyle,” dedi.
“Kör Noktada” Filmine 3 Ödül!
Başkanlığını oyuncu ve müzisyen Zuhal Olcay’ın yaptığı sinema yazarı Mehmet Açar, besteci - akademisyen Mehmet Can Özer, oyuncu Murat Kılıç, müzisyen Vedat Sakman, yönetmen Vuslat Saraçoğlu ve yapımcı Zeynep Ünal’dan oluşan Ulusal Yarışma jürisi 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde En İyi Film Ödülü’ne Ayşe Polat’ın yönettiği Kör Noktada filmini layık gördü. Jüri gerekçesinde “Yarattığı kurgu diliyle dert edindiği meseleyi bütün tarafların bakış açısından ele alan, titiz ve soğukkanlı yaklaşımıyla hiçbir kör nokta bırakmayan Ayşe Polat’ın Kör Noktada filmine vermeye karar verdik,” dedi. Ayşe Polat, ödülünü İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve Ulusal Yarışma jüri başkanı Zuhal Olcay’dan aldı.
Biket İlhan, Feyzi Tuna ve Sefa Öztürk’ten oluşan Film Yönetmenleri Derneği (FİLM-YÖN) jürisi, bu yıl Duygu Sağıroğlu anısında verilen En İyi Yönetmen Ödülü’ne “Güçlü hikayesi, cesur ve yenilikçi yaklaşımıyla Türk sinemasında yeni bir soluk getirdiği” gerekçesiyle Kör Noktada filmiyle Ayşe Polat’ı layık gördü.
Kör Noktada filmi gecede aynı zamanda Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) En İyi Film ödülünü de aldı. Sinema yazarları Aylin Sayın, Erman Ata Uncu ve Kurtuluş Özyazıcı’dan oluşan jüri gerekçesini şöyle açıkladı: “Bizi belgeselin dünyasından kurmacanın dünyasına başarıyla geçiren; hikâyedeki tarafların bakış açısını seyircinin vicdanını rahatlatmadan farklı kamera teknikleriyle aktaran; faili meçhul cinayetleri can alıcı sorularla ele alan; doğrusal film hattını ustalıklı bir kurguyla kırarak gerilimi filmin sonuna dek koruyan “Kör Noktada” filmini “En İyi Film” seçtik.”
Jüri Özel Ödülü “Karanlık Gece” Filmine Verildi
Festivalin Jüri Özel Ödülü’ne ise Özcan Alper’in yönettiği Karanlık Gece filmi layık görüldü. Sinema yazarı Mehmet Açar’ın açıkladığı ödülü filmin yapımcısı Soner Alper’e usta yönetmen Tayfun Pirselimoğlu takdim etti.
Müzisyen Vedat Sakman’ın açıkladığı En İyi Özgün Müzik Ödülü’ne Karanlık Gece filminin müzikleri ile layık görülen Cansun Küçüktürk’e ödülünü Zuhal Olcay verdi.
En İyi Oyuncu Ödülü İki İsme Verildi
Yönetmen Vuslat Saraçoğlu’nun açıkladığı En İyi Oyuncu Ödülü ise Suna filmindeki performansıyla Nurcan Eren ile Karanlık Gece filmiyle Berkay Ateş arasında paylaştırıldı. Nurcan Eren ve Berkay Ateş ödülünü Murat Kılıç ve İlker Ayrık’tan aldı.
Besteci, akademisyen Mehmet Can Özer’in açıkladığı En İyi Ses Tasarımı Ödülü’ne Ayna Ayna filmiyle Eli Haligua ve Fatih Rağbet layık görüldü. Ödülü filmin yönetmeni Belmin Söylemez aldı.
“Kendi Yolumda” Filmine 2 Ödül
Yapımcı Zeynep Ünal’ın açıkladığı En İyi Özgün Film Şarkısı Ödülü Kendi Yolumda filmindeki Bu Da Geçer şarkısıyla Athena grubuna verildi. Athena grubu adına ödülü oyuncu Melih Değirmenci, Pelin Batu’dan aldı.
Ahmet Utku Soylu, Hatice Demir, Nilay Kökkılınç, Nurten Alkan ve Taylan Özgür Üstün’den oluşan İzmir Kent Konseyi jürisi bu yıl ilk kez verilen İzmir Kent Konseyi Ödülü’ne de Kendi Yolumda filmini layık gördü. 50 bin TL değerindeki ödülü jüri üyesi Nilay Kökkılınç, yönetmen Ömer Faruk Sorak adına Melih Değirmenci’ye verdi.
Uluslararası Yarışma’nın En İyisi “Joyland”
Alexandra Enberg, Krisztina Goda, Pelin Batu, Serdar Kökçeoğlu ve Minko Lambov’dan oluşan Uluslararası Yarışma jürisi En İyi Film Ödülü’ne Saim Sadiq yönetmenliğindeki Joyland filmi layık görüldü. Yönetmen Saim Sadiq festivalde olmadığı için kendisi adına ödülü Pakistan Fahri Başkonsolosu Cahit Yaşar Eren aldı.
Jüri Özel Ödülü ise Marie-Castille Mention-Schaar’ın imzasını taşıyan Divertimento filmine, En İyi Özgün Müzik Ödülü Dans Başlasın / Let the Dance Begin filminin müzikleriyle Nicolás Guerschberg’e verildi.
Dizi Müziği Ödülleri açıklandı
Ali Can Sekmeç, Burak Göral, Cumhur Canbazoğlu, Elçin Yahşi, Nezih Ünen, Özlem Özdemir, Sina Koloğlu, Serdar Kalafatoğlu ve Tuğçe Madayanti Dizici’nin jüriliğini üstlendiği Dizi Müziği Ödülleri Yarışması’nın dört kategorideki ödülleri açıklandı. Ulusal Kanal Dizisi En İyi Özgün Jenerik Müziği Ödülü, Ömer dizisiyle Alp Yenier’e, Sina Koloğlu’nun açıkladığı Platform Dizisi En İyi Özgün Jenerik Müziği Ödülü Şahmaran dizisiyle Hakan Özer’e verildi.
Serdar Kalafatoğlu’nun açıkladığı Ulusal Kanal Dizisi En İyi Özgün Şarkı Ödülü’ne Duy Beni dizisiyle Serkan Ölçer, Ece Ölçer, Mert Carim; Burak Göral’ın açıkladığı Platform Dizisi En İyi Özgün Şarkı Ödülü’ne ise Erşan Kuneri dizisindeki Bir Bakman Lazım şarkısıyla Özkan Uğur layık görüldü.
Görsel link: https://drive.google.com/drive/folders/12xZ21h9igJ7ClE8rsLwgEBh1HLf2atjh?usp=share_link
Instagram|izmirfilmmusicfest
Twitter|izmirfilmmusic
Facebook|izmirfilmmusicfest
kultursanat.izmir.bel.tr | izmirart
ÖDÜLLER:
ULUSAL YARIŞMA
En İyi Film Ödülü
Kör Noktada
Jüri Özel Ödülü
Karanlık Gece
En İyi Oyuncu Ödülü
Berkay Ateş – Karanlık Gece
Nurcan Eren - Suna
En İyi Özgün Müzik Ödülü
K. Cansun Küçüktürk - Karanlık Gece
En İyi Özgün Film Şarkısı Ödülü
Athena - Kendi Yolumda (Bu da Geçer)
En İyi Ses Tasarımı Ödülü
Eli Haligua, Fatih Rağbet - Ayna Ayna
Film-Yön En İyi Yönetmen Ödülü
Ayşe Polat - Kör Noktada
Siyad En İyi Film Ödülü
Kör Noktada
İZMİR KENT KONSEYİ ÖDÜLÜ
Kendi Yolumda
ULUSLARARASI YARIŞMA
En İyi Film Ödülü
Joyland
Jüri Özel Ödülü
Divertimento
En İyi Özgün Müzik Ödülü
Nicolás Guerschberg - Dans Başlasın / Let the Dance Begin
DİZİ MÜZİĞİ ÖDÜLLERİ
Ulusal Kanal Dizisi En İyi Özgün Jenerik Müziği Ödülü
Ömer - Alp Yenier
Platform Dizisi En İyi Özgün Jenerik Müziği Ödülü
Şahmaran - Hakan Özer
Ulusal Kanal Dizisi En İyi Özgün Şarkı Ödülü
Duy Beni - Serkan-Ece Ölçer, Mert Carim
Platform Dizisi En İyi Özgün Şarkı Ödülü
Bir Bakman Lazım / Erşan Kuneri - Özkan Uğur
3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Ödüller Bu Akşam Sahiplerini Bulacak
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla düzenlenen 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde bu akşam Ulusal ve Uluslararası Yarışma, Sinema Yazarları Derneği, Film Yönetmenleri Derneği, Dizi Müzikleri ve İzmir Kent Konseyi Ödülleri sahiplerini bulacak. Gecede Zuhal Olcay, Erkan Oğur ve Grégoire Hetzel’e Onur Ödülleri, Bahman Ghobadi’ye Kültürlerarası Sanat Başarı Ödülü takdim edilecek.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer Basınla Buluştu
İZFAŞ, İZELMAN ve Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile düzenlenen 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde dün İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, Ulusal Yarışma jüri başkanı Zuhal Olcay, Uluslararası Yarışma jürisi Pelin Batu ve festival direktörü Vecdi Sayar basın mensuplarıyla bir araya geldi.
Tunç Soyer: “İzmir’i dünya sinema sektörünün tercih edilen noktalarından biri haline getirmek istiyoruz”
“Çok gurur duyuyorum bir yanımda Zuhal Olcay bir yanımda Pelin Batu ve İzmir’de bir film ve müzik festivali. Gerçekten çok heyecan verici. Üç yıl önce yola çıktığımız zaman İzmir’de böyle bir festivalin olmamasının büyük eksikliğini görmüştük. Çünkü biz İzmir’in sinema sektörüne ev sahipliği yapacak en uygun kent olduğunu düşünüyoruz. Her anlamda sektörün İstanbul’daki sıkışmışlığına çare olacak ve sektörü rahatlatacak, ferahlatacak bir şehir olabiliriz diye düşünüyorduk. O yüzden göreve başlar başlamaz Sinema Ofisi’ni açtık. Sinema Ofisi çalışırken bir yandan da festivalin organizasyonunun çok isabetli olacağını düşündük ve küçük küçük adımlarla yol almaya başladık. Bugün artık üçüncü sene ve uluslararası bir festivale dönüşmüş durumda. Dolayısıyla heyecanımız da gururumuz da çok büyük. Hem burada bulunan çok kıymetli sanatçılarımıza hem bu işe çok büyük emek veren Vecdi Sayar beyefendiye, emek veren tüm büyükşehir personelimize, sponsorlarımıza, destekçilerimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum. İzmir için daha aydınlık bir gelecek, çok daha güçlü bir sinema sektörü olacak umuduyla bu festivale katkı vermeye devam edeceğiz. İzmir’i dünya sinema sektörünün tercih edilen noktalarından biri haline getirmek istiyoruz. Bu malzeme var İzmir’de. İklimiyle, doğasıyla, şehrin kolay yaşanılabilir oluşuyla, insan malzemesiyle aslında İzmir dünyanın en güzel sinema şehirlerinden biri olabilir. Hatta sektörün belki de en çok üretim yaptığı şehirlerden biri olabilir. Aslında bizim yaptığımız her şey de bu amaca yönelik” dedi.
Zuhal Olcay: “İzmir zaten benim gönül verdiğim, fahri İzmirliyim diyebildiğim bir kent”
“Öncelikle bir oyuncu olarak sayın başkanımız Tunç beye ve festival direktörümüz Vecdi beye çok çok teşekkür ederim. İzmir’e çok yakıştı bu festival. Çok daha önce olması gerekiyordu belki ama üçüncü yılında beraberiz ve çok daha güzel, geniş kapsamlı günlere yelken açtığını düşünüyorum ben bu festivalin. Çok mutluyum burada olmaktan. İzmir zaten benim gönül verdiğim, fahri İzmirliyim diyebildiğim bir kent. Harika filmler seyrettim, çok güzel bir organizasyon içinde sinemayla ve sinemacı dostlarımızla dopdolu günler geçiriyoruz. Sinema salonundan çıkarken insanların o doymuş, mutlu ifadeleri bana gerçekten çok iyi gelen bir şey. Güzel bir festival oluyor daha da güzelleri olacak. Çok iyi filmler var seyrettiklerim arasında. Ortalama olarak baktığımızda başarılı, güzel, genç dolu dolu, harikulade yeni yönetmenler gördüm ve bu beni çok mutlu etti. Yeni nefesler yeni bakışlar… Seyircisiyle vizyona çıktığında da eminim buluşacaktır. Jüri olarak müthiş bir uyum için filmleri değerlendiriyoruz.”
Pelin Batu: “İzmir’e her geldiğimde ne kadar kadın bir şehir olduğunu hissediyor ve çok da mutlu oluyorum”
“Ben de burada olmaktan çok mutluyum. İzmir’e her geldiğimde ne kadar kadın bir şehir olduğunu hissediyor ve çok da mutlu oluyorum. Bu festivalde hem ulusal hem uluslararası yarışmada pek çok kadın yönetmen var bu da benim için çok kıymetli. Biz de jüri olarak çok keyifle filmleri izledik ve gerçekten Jules Verne’in romanlarındaki gibi dünya yolculuğuna çıktık. Arjantin’in tangolarından Gürcistan’ın rock’n rolluna… Müzik ve filmin birlikteliği ve ikisinin birbirini doyurduğu, doldurduğu inanılmaz desteklediği filmlerdi. Her birisinde inanılmaz müzikler vardı. Klasik müzik, tango, deneysel, Pakistan filminde yine öyle. Dolayısıyla hem dans hem müzik hem sinemanın birleştiği bir şölen sunuldu bize ve seyircilerimize. O anlamda gerçekten harikulade birkaç gün geçirdik.”
Vecdi Sayar: “Bu sene en önemli şeylerden biri kentle buluşmamızın biraz daha genişlemesi. Bu yıl bunu görüyoruz, özellikle yarışma filmlerimiz çok iyi bir izleyici kitlesiyle buluştu. Ulusal yarışmada neredeyse yer kalmadı. Bu açıdan mutluyuz. Adım adım ilerliyoruz, bir festivalin kökleşmesi kolay değil.”
Kazım Öz: “Aşkın bu kadar kırık dökük olması, yarım kalması, parçalanmasına tanık olunca ben de çok etkilendim”
Festival kapsamında dün izleyicilerle buluşan Ulusal Yarışma filmlerinden Bir Kar Tanesinin Ömrü filminin gösterimi sonrasında yönetmen Kazım Öz, filmin oyuncusu Sema Gültekin ve filmin müziklerine imza atan Mustafa Biber izleyicilerle bir araya geldi. Dünya prömiyerini Selanik Film Festivali’nde yapan film, Miase’nin Dersim’de sevgilisini aramasını, inişli çıkışlı duygularını ve karlar altında tanık olduğumuz kasvetli ve kırık dökük aşkını anlatıyor. Filmi gerçek bir hikâyeden ve karakterden hareketle yazdığını söyleyen Kazım Öz, “Motivasyonuma yol açan asıl şey bu bahsettiğim karakter ile bir kadının yaşadığı aşk hikâyesiydi, aşkın bu kadar kırık dökük olması, yarım kalması, parçalanmasına tanık olunca ben de çok etkilendim. Çok eski bir hikâyeydi. Uzun yıllar bunun nasıl filmini yapacağım diye çabaladım ve böyle bir şey ortaya çıktı. Bu Miase’nin filmiydi, Miase’nin dünyası üzerinden anlatmak lazımdı. Adar karakterine kaysaydık filmin ekseni kayabilirdi, başka sorunlar çok ön plana çıkabilirdi, zaten çok yakıcı meseleler var orada, filmi ele geçirebilirdi. Hiç göstermesem mi bile diye düşündüm. Bu hikâyede bu paramparçalık zamanda da olmalıydı bence. Ya da karakterin yaşadığı tüm bu gerilimler, alt üst oluşlar, gelgitler, bu şiddet sarmalı içindeki durumu kronolojik bir akışta değil de daha psikolojik bir şeye çekecek bir noktada olmalıydı. Daha kaotik bir atmosfer bu hikâyeyi daha doğru hale getirecek diye düşündüm,” dedi.
Sema Gültekin: “Miase çok âşık olmanın ötesinde bence çok da tutkulu bir kız. Öyle hissediyorum. Tutkuyla da cesaret birleşince böyle bir şey çıktı ortaya. Bence de bir şey arıyor, belki kendini de arıyor. Çünkü göstermiş olduğu cesaret sadece bir aşk mı acaba? Onunla birlikte aslında kendini arayıp, kendiyle ilgili bir şeyleri bulmak için de bu yolculuğa çıkıyor bence. Çok güçlü buluyorum onu. Bu kadın meselesinde de beni bu rolde çok heyecanlandıran ve beni bu role iten bir mevzuydu o. Çünkü bence daha çok böyle işler ve kadınları izlemeliyiz. Bence bir özgürlük mücadelesi onunki. O yüzden ayrıca da bugün bu coğrafyada bir kadın olarak da onu izlemekten keyif alıyorum ben.”
Film için yeni tango besteleri yapan Mustafa Biber “Kazım’ın filmine tango yapacağımı hiç düşünmemiştim. Ama oluyor, sürekli değişkenlik içindeyiz. Aslında keşke hep tango üzerinden gitsek hiç ağıt ya da acı olmasa ama filmin gerekliliğiydi. Aslında bir müzisyen olarak çalışıyoruz bütün temaları fakat bu filmde bunların hepsini birlikte görmek tabii ki yorucu oluyor, çok yoğun müzik ama filmin dili bunu taşıyordu diye düşünüyorum,” dedi
102 yaşında bir besteci: İlhan Usmanbaş
Festivalin Uluslararası Yarışma jürilerinden yönetmen Serdar Kökçeoğlu, hazırlıkları devam eden Usmanbaş belgeselini tanıtan bir sunum gerçekleştirdi. Hedefinin yıl sonuna kadar belgeseli bitirip 102 yaşındaki besteci İlhan Usmanbaş’a izletmek olduğunu söyleyen Kökçeoğlu: “İlk belgeselim Mimaroğlu belgeseliydi. Şimdi ikinci bir müzik belgeseli daha hazırlıyorum. Belgeselini yaptığım kişi İlhan Usmanbaş. Kendisi 102 yaşında ve şu an aslında yaşayan en önemli besteci. 50’ler kuşağının ikinci kuşak bestecileri arasında anılıyor. İlhan Usmanbaş’ın aralarında olduğu besteciler Türkiye müziğine modernist bir yaklaşım getirmişler. Aslında modernist yaklaşım modernist hareketlerle de çok iç içedir. Ben aslında art arda müzik belgeseli yapmak istemedim fakat İlhan Usmanbaş’ın 100. doğum yılında benden röportaj yapmam istendi ve onunla röportaj yaparken müthiş hikâyeler dinledim. Açıkçası ben o konuşmadan büyülendiğimi hissettim ve Usmanbaş’ı belgesel yapmaya karar verdim,” dedi.
Hayatın Ritmi bölümünde yer alan Derviş Zaim imzalı Tavuri belgeseli dün izleyicilerle buluşan yapımlardandı. Hayatının yarısını hapishanede geçiren şeytan lakaplı Mustafa Serttaç karakteri aracılığıyla suç, suça bağımlılık, toplum ve özgürlük temalarını sorgulayan film öncesi Derviş Zaim, farklı türleri barındıran filmleri olduğunu ve bu filminin de filmografisindeki farklı lokomotiflerden biri olduğunu, böyle deneyler yapmaya devam edeceğini söyledi ve iyi yapılan bir belgeselin melez bir alan sunduğunu, bazı belgesellerin kurmacanın söyleyemeyeceği alanlara girebildiğini, o tür belgesellerin de ileriki dönem için şanslarımızdan olacağını sözlerine ekledi.
Aydın Orak: “Büyüklerin ördüğü duvarları yıkmaya çalışan küçüklerin dünyası”
Yönetmenliğini ve senaristliğini Aydın Orak’ın yaptığı, festivalin Yarışma Dışı bölümünde yer alan Sabırsızlık Zamanı filmi seyirciyle buluştu. Film, Diyarbakır’ın yakıcı sıcağı altında yoksul bir kenar mahallede yaşayan iki kardeşin, mahallelerinin hemen yanındaki lüks sitenin havuzuna girme mücadelesini anlatıyor. Film gösteriminin ardından yönetmen Aydın Orak’la birlikte filmde idealist öğretmen rolünü oynayan, aynı zamanda Uluslararası Yarışma jüri üyesi Pelin Batu izleyicilerle bir araya geldi.
Yönetmen Aydın Orak “Filmin ana cümlesi bence büyüklerin ördüğü duvarları yıkmaya çalışan küçüklerin dünyası. Çünkü sınır sonradan öğretilen bir şeydir. Sabırsızlık Zamanı Rus bir romandır. İlk olarak 25 yıl önce kitap elime geçtiğinde bana çok fazla bir dinamizm hissi verdi. Sabırlı olmak iyi değil, bir şeylerin harekete geçmesi gerekiyor gibi bir duygu vermişti bana bu isim. Aslında filmdeki havuz metafor bir sembol olarak duruyor biz farklı bir şeyi anlatmak istiyoruz. Ben de o coğrafyanın insanıyım, çocukluğum öyle bir mahallede öyle bir okulda geçti,” dedi.
Filmde öğretmen karakterini canlandıran Pelin Batu “Günümüzde bu modern siteler, kapısında gardiyan olan sadece belli bir kesimin girip çıkabildiği yerler orta çağı yeniden getirdi. Benim öğretmen karakterimin onlara sunduğu klasik romanlar evrensel büyük hikâyeleri anlatıyor. Dolayısıyla filmi aslında birçok katmandan okuyabiliriz diye düşünüyorum. O çocuklar setten çıktığında aynı filmdeki yaşadıkları olayları yaşıyorlar,” dedi.
Berkay Şatır: “Film, bir alt kültürü hatırlamak üzerine aslında daha çok”
Festivalin Müziğin İzinde bölümünde yer alan Bakırköy Underground, Beyoğlu’nun Kalp Atışları ve Dengenin Ritmi filmleri beyazperdede izleyicilerle buluştu. Berkay Şatır, 90’lardan ve 2000’li yıllardan benzersiz arşiv görüntüleri ve fotoğraflarla bir müzikal kimliğin ve Bakırköy’ün değişen dokusuna baktığı Bakırköy Underground gösterimi sonrası gerçekleşen söyleşide, “Fatih Akın’ın İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek diye belgeseli vardır. Onu izledim ve Fatih Akın o belgeselde kamerayı almış çekmiş ve olmuş gibiydi falan. 14 yaşında bir ergen olarak ben de kamerayı alıp çıkıp, etrafımdaki metalcileri çekip bunun aynısını Bakırköy için de yapabilirim diye düşündüm. O kadar kolay değilmiş, kurgu yapmayı bilmediğim için o görüntüler kaldı. 10 yıl sonra konuya geri döndüm diyebilirim. 80’lerdeki 90’lardaki hatta 2000’lerde benim çocukken yaptığımız çekimlere ve bugüne baktığımızda uçurumu görebiliyoruz. Filmin alt bir başlığı var. Bir alt kültürü hatırlamak üzerine aslında daha çok,” dedi.
Sema Moritz: “Bugün böyle bir Beyoğlu ve böyle bir Taksim yok”
Yönetmenliğini Esra Alkan’ın yaptığı, müziklerinde Sema Moritz’in imzası bulunan Beyoğlu’nun Kalp Atışları filmi izleyicilerle buluşan bir başka yapım oldu. İstanbul’un kalbi Beyoğlu’nun sesi ve renginin peşinden giden belgesel araştırmacı ve tarihçilerinin yazdıkları ve anlattıklarıyla, ritim ustalarının, sokak satıcılarının ve esnafının sesini buluşturuyor. Taksim’in değerinden bahseden müzisyen Sema Moritz: “Ben müziğe 1981 yılında Berlin’de başladım ve 1987 yılında kendi grubumu ilk kurduğumda adını Sema & Taksim koymuştum. Taksim’in benim için çok büyük önemi ve değeri var. Öncelikle İstanbul’u hiç tanımıyordum ama yine de bir Taksim bir İstanbul bir Beyoğlu vardı kafamda. Ankara’dan geliyorum, Ankaralıyım. Taksim Türkiye’nin nabzı diye düşünüyorum. Taksim bence paylaşım demektir. Taksim özellikle klasik müzikte, Türk müziğinde, Osmanlı müziğinde girizgahtır. Biz bu belgeseli bir saate indirdik ama aslında daha katmanlı bir belgesel. Bugün böyle bir Beyoğlu ve böyle bir Taksim yok. O gün yaşayan çok değerli insanlar çok değerli sanatçılar yok. 2012 yılında bütün maddi imkânsızlıklara rağmen iyi ki bu belgeseli yapmışız,” dedi.
Gösterimi yapılan bir diğer yapım ise müziğin gücünün her türlü sorunu çözebileceğini anlatan Dengenin Ritmi belgeseli oldu. Belgesel sonrası yönetmen Mustafa Men “Müziğin iyileştirici gücünü, bireysel ve toplumsal anlamda gücünü önce öğrenmek sonra da anlatabilmek amacıyla kısa bir metin yazmıştım. Başından tür olarak belgesel olacağı belliydi aslında. Yapımcım Seda ile paylaştım bunu. O da zaten başlangıçta bazı fikirler verdi. Çeşitli bağlantılar kurduk. Türkiye’nin çok farklı yerlerinden müziğe yaklaşımları çok farklı kişilerle tanıştık. Pandemiden hemen önce çekimlere başladık,” dedi.
Görsel link: https://drive.google.com/drive/folders/16lUSGATirEaZQR7JDNxdoHxqSHieAnxR?usp=share_link
Instagram|izmirfilmmusicfest
Twitter|izmirfilmmusic
Facebook|izmirfilmmusicfest
http://www.ifmfest.com/
kultursanat.izmir.bel.tr | izmirart
3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Zuhal Olcay Unutulmaz Bir Konser Gecesi Yaşattı!
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla düzenlenen 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’ne dün usta sanatçı Zuhal Olcay’ın verdiği konser damga vurdu. Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde gerçekleşen konser Olcay’ın Yine Aşk Var şarkısıyla başladı. İzmir seyircisinin yoğun ilgisiyle gerçekleşen konserin sürpriz anlarından biri de Vedat Sakman’ın sahneye konuk olup, Zuhal Olcay’la birlikte şarkı söylemesi oldu. Zuhal Olcay geçmişten günümüze şarkılarını içeren geniş bir repertuvarla unutulmaz bir performansa daha imza attı.
Ömer Faruk Sorak: “Ben aslında bütün filmlerimin hayat kadar gerçek olmasına çok özen gösteriyorum”
İZFAŞ, İZELMAN ve Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile düzenlenen festivalde dün, film gösterimleri, soru cevap seansları, söyleşiler ve plak dinletisi ile dolu yoğun bir program vardı. Athena grubunun solisti Gökhan Özoğuz’un başrolde olduğu ve yönetmen koltuğunda Ömer Faruk Sorak’ın oturduğu, Ulusal Yarışma filmlerinden Kendi Yolumda festival kapsamında izleyicilerle buluştu. Film, bir konser dönüşünde arabaları arızalanan Gökhan ve Hakan Özoğuz’un, müzisyen olmak isteyen tamirci çırağı Ömer Ali ile tanışmalarıyla başlıyor. İzleyiciyi, Ömer Ali’nin sorduğu “Sen de benim gibi bir aileye, benim doğduğum coğrafyada doğsaydın, Athena Gökhan olabilir miydin?” sorusunun peşinde bir yolculuğa çıkarıyor. Film gösterimi sonrasında yönetmen Ömer Faruk Sorak izleyicilerle bir araya gelerek, filme dair merak edilenleri yanıtladı. Ömer Faruk Sorak söyleşide “Biz hikâyeyi oluştururken dünyanın her yerinde kendini gerçekleştirme fırsatı bulmuş, adı ünlüye ya da bilinene çıkmış insanlar acaba başka coğrafyalarda başka şekillerde doğsalardı, büyüselerdi, yaşasalardı ne olurdu üzerinden çıktı. Şarkı da buna çok destek verdi ve dedik ki adı Kendi Yolunda olsun. Hayat gibi yaptık filmi, hayat da çok hibrit bir şey. Biraz önce güldüğünüz şeye biraz sonra utanabiliyorsunuz güldüğünüz için. Ben aslında bütün filmlerimde buna çok özen gösteriyorum. Hayat kadar gerçek olmasına. Biz hikâyeyi oluşturmaya karar verip bunu Gökhan’la paylaştığımız andan itibaren Gökhan’ın çocukluğundan itibaren hayat hikayesini bu işin içine beğenileriyle, ters düştükleriyle, kavgalarıyla, müzikal anlayışıyla her şeyiyle koyduk. Aslında tam bir takım çalışması yaptık. Ben, yazar arkadaşım Ali, Gökhan ve aynı zamanda filmimizin uygulayıcı yapımcısı Seçil, dördümüz 2 yıllık bir serüvenin ardından bitirdik,” dedi.
Belmin Söylemez: “Üç kadının iç içe geçen hikâyesi”
Ulusal Yarışma kapsamında gösterilen günün bir diğer filmi Belmin Söylemez imzası taşıyan Ayna Ayna oldu. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu, 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Dr. Avni Tolunay Özel Ödülü başta olmak üzere birçok ödüle layık görülen film, biri baskıcı babasıyla, biri geçmiş travmalarıyla bir diğeri ise ekonomik zorluklarla baş etmeye çalışan üç farklı kadının mücadelesini anlatıyor. Filmin söyleşisi yönetmen Belmin Söylemez, oyuncular Laçin Ceylan ve Manolya Maya ile Hülya Ulusyo katılımıyla gerçekleşti.
Belmin Söylemez: “Ayna Ayna filmi yazarken ilk aklımıza gelen isim oldu. Final sahnesinden yola çıkarak ismini koyduk. Oyunculuk var, tiyatro var, sahne var, kadınlar, günümüz İstanbul’u, Türkiye’si var. O yüzden de bütün bunları düşünerek en uygun ismin Ayna Ayna olduğuna karar verdik. Üç kadının iç içe geçen hikâyesi. Çok farklı karakterler. Ama üçünün de benzer bir arayışı var, kendi bağımsız var olma ve ayakta kalma çabaları var. Onları tiyatro üzerinden anlatmak önemliydi. Çünkü bir araya gelmelerini ve kolektif bir ortamda olmalarını istedik.”
Laçin Ceylan: “Lale, aslında birçok insanın özdeşlik ve bağlar kurabileceği bir karakter. Çünkü tiyatro daha yoksul bir sanat. Eğer alışveriş merkezlerinin içine girmezseniz çok da kazanç getirmeyen bir yer. Tiyatronun doğduğu, yaşadığı alanlar oralar değil aslında. Lale de ilkeli bir şekilde bunu yapmaya çalışan biri. Böyle eğitilmiş, bu kültürü almış. Dolayısıyla bunu da öğrencilerine aktarmak isteyen bir insan ve namuslu bir şekilde hayatı sürdürmeye çalışıyor. Ama o namus içinde doymak ya da yakın çevresini doyurabilmek ya da onu ayakta tutabilmek çok güçleşiyor. Dolayısıyla ben de kendimle çok özdeşlikler kurdum. Zaten tiyatro bizim tiyatromuzdu. Hala işleyen bir tiyatro. Lale benim tiyatrocu olarak bu bağları kurabileceği bir yaşam mücadelesi veriyor.”
Manolya Maya: “Aylin oyunculuk yapmak istiyor, kendini o şekilde ifade etmek ve sesini o şekilde duyurmak istiyor. Biraz da annesi ile olan bağıyla ilgili bir şey bu. Tamamen ünlü olmak ya da kolay yoldan para kazanmak tek derdi değil. Bu biraz da onu, dünyanın o sıradaki mecbur bıraktığı sistem. Aylin sesini duyurmaya çalışan bir kadın. Sesi çıkmıyor. Çok genç ve var olmak için tiyatro da önemli bir araç. Onu da kullanarak yapmak istiyor bunu.”
Hülya Gürsoy: “Bizim için Beyoğlu’nun alternatifi herhangi bir mekân değildi. Çünkü filmdeki dördüncü başrol de şehrin kendisiydi, o insanların içinde yaşadığı mekanlardı. Onları oluşturan atmosfer çok önemliydi. Herhangi bir sokak olarak başka bir yer seçme şansımız yoktu. O yüzden olması için çok çaba sarf ettik.”
Ömer Safa Umar: “Filmi 18 günde çektik”
Uluslararası Yarışma bölümünde yer alan Heartbeat Of Tribal Galaxy günün heyecan veren yapımlarındandı. Yönetmen Ömer Safa Umar, ilk uzun metraj belgeselinde Ali Ceyhun Kartal Suna’nın Miami’de kurduğu Tribal Galaxy adlı müzik grubu aracılığıyla müziğin insanı iyileştirici niteliğini ortaya çıkardığı dünyayı anlatıyor. Film sonrası gerçekleşen söyleşide Ömer Safa Umar filmine dair, “Ali benim 10 senelik arkadaşım. Başta tam olarak ne yaptığını bilmiyordum. Müzikle insanları iyileştiriyorum diyordu. Gidip gördükten sonra belgeseli yapmaya karar verdim. 18 günde çektik. Ali’nin de belgeselde söylediği gibi ana rahmine düştüğünüzde ilk duyduğunuz şey annenizin kalp ritmidir ve bu ilk dil oluyor. Baktığınızda da o grupta aynı dili konuşmayan insanlar var ama sadece ritim çalarak anlaşabiliyor,” dedi.
Somnur Vardar: “İşçiler kadar bizim de hikâyemiz, kentin de hikâyesi”
Festivalin Hayatın Ritmi bölümü filmlerinden Boşlukta ve Fatma’dan Sonra 40 Yıl günün izleyicilerle buluşan dikkat çekici belgeselleriydi. Somnur Vardar, Boşlukta belgeselinde inşaatlarda çalışmaktan başka çıkış yolları olmayan Mardinli atanamamış öğretmen Ferhat Atsız ile üniversite hayali kuran kuzeni Emrah Atsız’ı odağına alıyor. İzleyiciyi işçi koğuşlarındaki yaşamlara, ücretlerini alamayan işçilerin şantiye işgallerine ve büyük bir kentsel yıkıma tanıklık ettiren filmin söyleşisinde Somnur Vardar, “Filme 2016 yılında başladık, annem hafıza ile ilgili bir sağlık sorunu yaşarken onun evinde kardeşimle dönüşümlü olarak daha yoğun kalmaya başladığımızda o bölgedeki kentsel dönüşümü ben bir belgeselci refleksiyle çekmeye başladım. İnşaatın devinimli ve insanı hipnotize eden bir seyirlik hali var ama işçilerin düşünceli halleri beni etkiledi. Asıl hikâyenin işçilerde olduğunu düşünüp onlara konsantre olmaya karar verdim. Emrah ve Ferhat’ı çekime başladıktan bir sene sonra tanıdım. Benim için bir yandan annem hafızasını kaybederken o semtin de hafızasını kaybediyor olması ve geri gelmeyecek bir şey olması bir gerilimdi filmi çekerken. Bir kentin hafızasını, bu dönemi kaydetmek isterken bu hikâyeye dönüşmüş oldu. İşçiler kadar bizim de hikâyemiz, kentin de hikâyesi. Sadece işçiler değil çok ağır kurbanlar veriliyor kentin kendisi, kültürel miras ve halk sağlığı açısından,” dedi.
Sezer Ağgez: “Aslında çalışılması gereken ama yeterince çalışılmamış bir konu Süha Arın sineması”
Fatma’dan Sonra 40 Yıl, Süha Arın’ın 1979 yılında çektiği Tahtacı Fatma filminden 40 yıl sonra Tahtacıları aynı belgeselciler ile gözlemliyor ve yaşadıkları değişimi gözler önüne seriyor. Elhamra Sahnesi’nde gerçekleşen gösterimin ardından belgeselin yönetmeni Sezer Ağgez ve filmin uluslararası dağıtımından sorumlu Utku Çırak seyircilerin sorularını yanıtladı. Yüksek lisans tezini Süha Arın sineması üzerine yapan Sezer Ağgez söyleşide “Aslında çalışılması gereken ama yeterince çalışılmamış bir konu Süha Arın sineması. Ben biraz deli cesaretiyle biraz gençlik enerjisiyle hem de çalıştığım tezle haşır neşir olduktan sonra hem öğrencilerine hem de ailesine acaba nasıl olur yapsak diye sordum. Hepsi sağ olsun olumlu karşıladılar. Tahtacılık, etnoloji çalışmayan insanların pek bileceği bir şey değil aslında. Süha Arın’ın da ana meselesi bu, tesadüf eseri karşılaşıyor Tahtacılarla ve film yapmaya karar veriyor. O sene Unesco tarafından Dünya Çocuk Yılı ilan edildiği için aslında çocuk işçi kavramından Tahtacı Fatma’nın hikâyesini anlatmaya çalışıyor. Dolayısıyla bizde de şöyle bir yankı oluştu; Tahtacı Fatma’yı izlemeyen insanları dışlamadan üstüne yeni bir ürün koyarak film yapmak istedik,” dedi.
Filmin uluslararası dağıtımından sorumlu olan Utku Çırak: “Biz uluslararası prömiyerimizi geçen ay Kanada’da yaptık. Halihazırda diyalog sürecinde olduğumuz festivaller de var. Biz aslında daha çok hikâye odaklı ilerlediğimiz için Balkan festivalleri ile yakın temas kuruyoruz. Tahminimce 4-5 ay içinde filmin yolculuğu kesinleşecektir,” dedi.
Nedim Bora Hazar: “Belgeselde Almanya’daki Türkiyelilerin önemli sanatçılarını bir araya getirdik”
Yarışma Dışı Özel Gösterimler bölümü filmlerinden müzisyen ve sinemacı Nedim Bora Hazar’ın yönettiği belgesel Almanya Türküleri’nin gösterimi yapıldı. Türkiyeli göçmenlerin Almanya’da ürettiği şarkılardan yola çıkarak Türklerin ve Kürtlerin Almanya’daki 60 yıllık hikâyesini parça parça anlatan belgeselde sıla hasreti, aşk, yaşam ve mücadeleye dair söylenen şarkılar ile türküler yer alıyor. Filmin yönetmeni ve senaristi Nedim Bora Hazar gösterim öncesi seyircilerin sorularını cevapladı. Nedim Bora Hazar: “1980’de Almanya’ya göç etmek zorunda kaldık. Biz Almanya’ya siyasi sebeplerle göç eden insanlar olarak diğer göç edenler arasında da azınlıktık. Belgeselde Almanya’daki Türkiyelilerin önemli sanatçılarını bir araya getirdik. Hep beraber bir yolculuğa çıktık. Film de o yolculuğu anlatıyor aslında. Çok farklı ekolleri birleştirmeye çalıştık,” dedi.
Sinemada Göçmen Sorunu
Göç ve göçmen sorunlarını ele alan filmlerden oluşan İki Arada Bir Derede bölümü filmlerinden Okan Avcı yönetmenliğindeki Şifa ve Korhan Yurtsever imzalı Kara Kafa beyazperdedeydi. Gösterimler sonrası Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği işbirliği ile Sinemada Göçmen Sorunu başlıklı bir de söyleşi gerçekleşti. Festival direktörü Vecdi Sayar’ın moderatörlüğünü yaptığı söyleşide Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Dış İlişkiler ve İletişim Sorumlusu Selin Ünal ile yönetmen Korhan Yurtsever konuşmacı olarak yer aldı.
Almanya’da işçi olan Cafer adlı bir işçiyi odağına alan Kara Kafa filminin yönetmeni Korhan Yurtsever söyleşide “Genellikle Almanya’da yaşayan Türk işçilerinin sorunları ve yaşamları komedi olarak anlatılıyordu. Neticede böyle bir film yapılmasını doğru buldum, kurtuluşun dünyanın her tarafında önce kadınlarla başlaması gerektiğini ve çok daha etkili olabileceğini düşünüyordum. Berlin’de bir süre kaldım ve orada bir Türk ailesini model olarak aldık ve onların başından geçen olayların sinemaya aktarılabilmesi nasıl olur diye düşündük,” dedi.
Gösterimi yapılan Şifa filminin de destekçisi olan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin mültecilerin haklarını savunmak üzere devletlere yardım eden bir kurum olduğunu ve insani çözüm üretmeye çalıştıklarını söyleyerek sözlerine başlayan Selin Ünal ise “Sinema çok kuvvetli bir araç, doğru yapılmış bir yapım izliyorsak ondan çok fazla şey öğreniyoruz. Doğru şekilde ele alınmış, bir mültecinin aslında ülkesini neden terk etmek zorunda kaldığı, o ayrılış, dram, özlem, her şeyi geride bırakma, tekrar hayata adapte olma, geldiği yerdeki zorluklar, var oluş çabası, eskiye dönüş özlemi bir hayat için çok ağır hikâyeler barındırıyor. İzlemesi de bazen çok kolay değil, biz bu filmlere destek vermeye çalışıyoruz ki bildiğimiz ya da bildiğimizi düşündüğümüz farklı hayat hikâyelerinin altındaki gerçeklikler insanlara daha kolay bir şekilde aktarılabilsin,” dedi.
Şarkılarla Mübadelenin 100. Yılı
Bir diğer önemli etkinlik ise 100. yılında bestecileri, şarkıcıları ve çalgıcılarıyla Mübadillerin Müziği ve Rembetiko’nun doğuşunu anlatan Cemal Ünlü ile Şarkılarla Mübadelenin 100. Yılı plak dinletisi oldu. Dinletide tamamı 78 devirli gramofon plaklara (taş plaklara) kaydedilmiş eserler ve sanatçılar en eski örneklerden başlayarak sunuldu. Cemal Ünlü, “Böyle bir dinleti mübadele yılında 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik festivali etkinlikleri arasında yer alıyor. Aynı zamanda mübadele filmlerinin gösterilmesi ile örtüşüyor. Buradan Yunanistan’a göç eden ailelerin çocukları tıpkı Anzaklar gibi 3-4 nesil geçmesine rağmen atalarından dinledikleri şeyleri özlerler ve yaşarlar mutlaka. Hiç kuşku yok ki göç, sonuçları bakımından sarsıcı bir olaydır. Biz burada özellikle daha çok kültürel anlamda müzikal anlamda mübadeleye bakmaya ve anlatmaya çalıştık. Mübadeleyle birçok müzisyen de göçmek zorunda kaldı,” dedi.
Görsel link:
https://drive.google.com/drive/folders/1Kt3MXo990QtOmokom7FE-Xmq54kVD_SA?usp=share_link
Instagram|izmirfilmmusicfest
Twitter|izmirfilmmusic
Facebook|izmirfilmmusicfest
kultursanat.izmir.bel.tr | izmirart
3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Hafta Sonunu Geride Bıraktı
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İZFAŞ, İZELMAN ve Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla düzenlediği 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde, dün 5 farklı mekânda 26 yapım izleyicilerle buluştu. Çiğdem Sezgin imzalı Suna ve Kaan Müjdeci yönetmenliğindeki Iguana Tokyo günün Ulusal Yarışma filmleriydi. Uluslararası Yarışma’da ise Lucie Kralova imzalı Kapr Kodu / Kapr Code ve Marie-Castille Mention-Schaar yönetmenliğindeki Divertimento beyazperdedeydi.
Çiğdem Sezgin: “Yalnız ve yoksul bir kadın karakter üzerine bir film yapmaya karar vermiştim”
Çiğdem Sezgin’in Adana Altın Koza Film Festivali’nde Seyirci Ödülü’nü kazanan, 50’li yaşlarındaki yersiz yurtsuz bir kadının her şeye rağmen istediği şekilde yaşama ve var olma mücadelesini anlattığı filmi Suna izleyicilerle buluştu. Çiğdem Sezgin, filmin başrol oyuncularından Nurcan Eren ve yapımcı Betül Sezgin gösterim sonrası filme dair merak edilenleri yanıtladı. Çiğdem Sezgin filmin tamamen kurmaca bir öykü olduğunu söyleyerek “Yola çıkarken yalnız ve yoksul bir kadın karakter üzerine bir film yapmaya karar vermiştim. Sonra onu mutsuz etmek istedim. Onun başından kötü bir evlilik geçmesini tercih ettim. Böyle tatsız ve aşksız bir evlilik üzerinden anlatmak istedim kadını. Evlilik içi şiddete, tacize ve aşağılamaya odaklanmak istedim. Yoksulun itilip kakılmasının altını çizmek istedim. Ben bu senaryoyu yazarken de çekerken de bilgisayar başında da sette reji masasında da cinsiyetimi ortaya koymamaya gayret ettim. Kadına da erkeğe de eşit mesafeden bakmaya çalıştım,” dedi.
Nurcan Eren, Suna karakterinin yaratım sürecini şöyle anlattı: “Suna için bazı insanlardan yola çıktım. Bunlar içinde ben de annem de komşularımız da var. Eskiden tanıdığım, Çiğdem hocayla ortak tanıdığımız hepsinin hayatlarından bir parça. Onların aslında hangileri hangilerine ait ben görüyorum kendi yüzümde. Çiğdem çok özel bir konuya çok büyük bir hassasiyetle değinmiş. Oynarken de hissettim, izlerken de hissettim. Çok teşekkür ediyorum.”
Betül Sezgin filmi Pandemi döneminde çektiklerini söyleyerek başladığı sözlerine “Sokağa çıkma yasaklarının olduğu, her gün sette corona tahlillerinin yapıldığı, birkaç kişinin hastalanıp gelmediği… Kalınacak yer bile çok zor bulunmuştu otelde. 2020 yılının Kasım ayında çekildi. Hem değerli sanatçılarımız hem değerli ekibimiz çok büyük emek sarf etti. Güzel film yapmak için herkes çok uğraştı. Herkes çok profesyonel ama amatör ruhla çalışıldı. Semerelerini de görüyoruz,” diyerek devam etti.
Çiğdem Sezgin yeni projesinin de müjdesini verdi ve “Yeni projemde de yoksul bir erkeğin hikâyesini anlatacağım. Bu defa erkek karaktere odaklanacağım. Tutunamayan yoksul bir sanatçı müsveddesi diyebilirim ona rahatlıkla tırnak içinde. O da eşiyle birlikte kenti terk edip köye gidecek, yenilecek ve köye gidecek. Aynı zamanda kentten köye göç temalı olacak,” dedi.
Fırat Özeler: “Biz en başından itibaren bir Ömer Kavur filmi gibi Ömer Kavur belgeseli yapmak istedik”
Dünya prömiyerini 52. Rotterdam Uluslararası Film Festivali’nin restore edilmiş klasikler, film kültürü belgeselleri ve arşiv keşiflerine yer veren Cinema Regained programı kapsamında, Türkiye prömiyerini ise 42. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışması’nda yapan Kavur dün Ömer Kavur’un doğum gününde izleyiciyle buluşan yapımlardandı. Festivalin Hayatın Ritmi bölümü filmlerinden Fırat Özeler imzalı, Ömer Kavur’a saygı duruşunda bulunan belgeselin seslendirmenliğini Cem Yılmaz, Funda Eryiğit ve Tilbe Saran yapıyor. Lisedeyken izlediği ilk film olmasa da sinemayla karşılaştığım dediği Gizli Yüz ile Ömer Kavur’la tanıştığını söyleyen yönetmen Fırat Özeler belgeselin söyleşisinde, “Biz en başından itibaren bir Ömer Kavur filmi gibi Ömer Kavur belgeseli yapmak istedik. Ömer Kavur’un sinemasının bana ve genç kulak yönetmenlere açtığı yol zamanının çok ötesinde ve yenilikçi bir yol. Gizli Yüz olsun, Gece Yolculuğu olsun… Filmin biçimiyle, sinemayla oynayan ve hikâye anlatmanın yeni yollarını arayan filmler. Dolayısıyla ben konuşan kafalardan oluşan bir belgesel yapamazdım Ömer Kavur’u anmak için. O en basiti olurdu. Biz en başından beri onunla çalışmış oyuncular, setinde bulunmuş insanlardan ziyade onu daha gündelik ve kişisel hayatında tanıyan, aslında set ilişkisi ya da sinema camiası ilişkisi dışında bir ilişkisi olmuş insanlarla konuşmayı tercih ettik. Filmde izlediğiniz 3 kişi de aslında öyle. Biri kuzeni, biri sevgilisi biri de lise arkadaşı. Filmin belgesel tarafı olduğu gibi kişisel de bir film. Ömer Kavur’u benim nasıl gördüğümle alakalı bir film. Ama eğer ki Ömer Kavur filmi izlemeden izleyen izleyiciler varsa çok büyük bir heyecanla koşa koşa Anayurt Oteli’ni izleyeceklerdir,” dedi.
Filmin müziklerine imza atan Başar Ünder, müzikleri yaparken o dönemin filmlerine bakmanın kaçınılmaz olduğunu ve biraz eskitmeye çalışıp dönemin duygusunu vermeye çalıştıklarını söylerken, filmin yapımcısı Emir Melek, filmin yolda büyüyen bir proje olduğunu, senaryo geliştirme aşamasında olmasa da sonrasında sinema sektörü ve kültürel kurumlardan aldıkları fonlarla maddi kaynak sağladıklarını söyledi.
Eyüp Boz: “Göçün temsili de olsa kaybolmaması gerektiğini düşünüyorum”
Yarışma Dışı Özel Gösterim bölümü filmlerinden İffet Eren Danışman Boz’un yönetmenliğindeki Turna Misali gösterimi Elhamra Sahnesi’nde filmin senaristi, yapımcısı ve görüntü yönetmeni Eyüp Boz’un katılımıyla gerçekleşti. Gelenekleri ve modernleşme konusunda fikir ayrılıkları yaşayan Sarıkeçili Yörükleri’nden Aksak ailesini konu alan film sonrası gerçekleşen söyleşide Eyüp Boz, “2008 yılında Yüksel Aksu ile birlikte ‘Anadolu Son Göçerleri’ adında bir belgesel çekmiştik. Bu belgeselden yola çıkarak bu filmin hikâyesini yazdık. O belgeselde yörüklerle ilk defa tanışmıştık ve onlarla birlikte 2 ay göçtüm, 2 ay çadır kurdum. Eşime söyledim, Eren bir film çekmek istiyordu ama nasıl bir hikâye çekeceğine karar vermemişti. Ben de hadi bunu çekelim dedim ve uzun bir süre ikna etmeye çalıştım. Pandeminin başladığı dönemde çok düşük bir bütçeyle zor şartlar altında filmi çekmeye başladık. 9 Mart’ta motor dedik, 11 Mart’ta pandemi ilan edildi. Haziran ayındaki açılımda filmi bitirebildik. Filmde oyuncuların yanında gerçek yörükler de bulundu. Amacımız aslında gerçek bir göçü kayıt altına almaktı fakat pandemiden dolayı maalesef bunu gerçekleştiremedik. Benim bu filmi yapma amaçlarımdan biri de ‘Deveyle Göç’ resminin kaybolmaması, çünkü Türkiye’yi anlatan en güzel fotoğraflardan biri. Göçün temsili de olsa kaybolmaması gerektiğini düşünüyorum,” dedi.
Zuhal Olcay bu akşam festival kapsamında bir konser verecek
Festivalde bugün film gösterimleri, soru-cevap seansları ve söyleşilerin yanı sıra 2 özel etkinlik de gerçekleşecek. Festivalin Onur Ödülü’ne layık görülen aynı zamanda Ulusal Yarışma jüri başkanı Zuhal Olcay, Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde unutulmaz bir konsere imza atacak.
Bir diğer önemli etkinlik ise Cemal Ünlü ile Şarkılarla Mübadelenin 100. Yılı plak dinletisi olacak. Cemal Ünlü, 100. yılında bestecileri, şarkıcıları ve çalgıcılarıyla Mübadillerin Müziği ve Rembetiko’nun doğuşunu tamamı 78 devirli gramofon plaklara (taş plaklara) kaydedilmiş eserleri ve sanatçıları en eski örneklerden başlayarak sunacak.
Görsel link: https://drive.google.com/drive/folders/1tXZvJ681CZQ_6178vwNaXrHXYfKfBoqm?usp=share_link
Instagram|izmirfilmmusicfest
Twitter|izmirfilmmusic
Facebook|izmirfilmmusicfest
kultursanat.izmir.bel.tr | izmirart
3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Gösterimler Başladı
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İZFAŞ, İZELMAN ve Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla düzenlediği 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali, izleyicilerin yoğun ilgisiyle geçen ilk günü geride bıraktı. Ulusal ve Uluslararası Yarışma heyecanının gösterimlerle başladığı festivalde, İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde Sinemada Müziğin İşlevi başlıklı bir söyleşi gerçekleşti. Müzik Temalı Kısa Film Proje Yarışması filmleri izleyiciyle buluştu.
Ümran Safter: “Filmin hikâyesi aslında benim çocukken başımdan geçen bir hikâyeydi”
Festivalde Ulusal Yarışma kapsamında izleyicilerle buluşan Kabahat filminin gösterimi sonrasında yönetmen Ümran Safter filme dair merak edilenleri cevaplamak için izleyicilerle buluştu. Yaz tatilini geçirmek üzere babaannesinin yaşadığı muhafazakâr Anadolu köyüne giden 13 yaşındaki Reyhan’ın büyüme hikâyesini anlatan ve erkek egemen kurallara karşı var olma savaşını odağına alan film için Ümran Safter: “Kabahat ilk kurmaca filmimiz, ana mekânımız da benim doğduğum ve büyüdüğüm Çankırı’daki Akçavakıf köyü. Oyuncularımızın çoğu amatör, pek çoğu da ilk kez kamera karşısına geçti. Köydeki akraba ve yakınlarım da filmde rol aldı. Oyuncularımız Mina ve Ece’nin ilk deneyimleriydi ama Adana Altın Koza Film Festivali’nde ikisi de ödül kazandı. Hatta dün akşam Mina, Frankfurt Türk Filmleri Festivali’nde Umut Veren Genç Oyuncu Ödülü’nü aldı. Filmin hikâyesi aslında benim çocukken başımdan geçen bir hikâyeydi. Bu hikâyeyi dost sohbetlerinde anlatırken, kısa film mi olsa derken yapımcım Suraj Sharma’nın bu çok güzel bir kurmaca film konusu demesiyle senaryoyu yazdım ve çektik,” dedi.
Özcan Alper: “Filmlerde yapay umut yaratarak yalnızlıklarımızdan kurtulamayız”
Günün bir diğer söyleşisi ise Ulusal Yarışma’da yer alan Karanlık Gece filminin gösterimi sonrasında gerçekleşti. Yönetmen Özcan Alper, 7 yıl önce parçası olduğu bir linç olayının ardından ayrıldığı kasabaya annesiyle vedalaşmak üzere dönen, Berkay Ateş’in canlandırdığı İshak’ın geçmişiyle, vicdanıyla ve suçluluk duygusuyla daha da önemlisi kasaba halkıyla hesaplaşmasını konu alan film sonrası İzmir seyircisiyle buluştu. Filmin kötülük ve linç meseleleri üzerine olduğunu ve Türkiye’nin herhangi bir yerinde geçebileceğini söyleyen Özcan Alper, “Murat Uyurkulak ile birlikte senaryoyu yazarken Türkiye toplumundaki linçe hazır oluş, gündelik hayatımıza sirayet eden ırkçılık meselesi üzerine daha çok düşündük. Daha çok toplumdaki ayrışma, nefret söylemi ve bunun yarattığı sonuçlar üzerine… Bunun Türkiye tarihindeki kökleri ve nedenleri üzerine kendimizce düşünmeye çalıştık. Filmin içindeki hikâye aslında zamansız, şimdinin hikayesi olarak düşünmedim. 100 yıllık bir hikâye olarak da okuyabiliriz. Filmlerde ya da sanatta yapay umut yaratılmasına baştan beri karşı çıktım. Çok da doğru bulmuyorum. Bu seyirciyi manipüle eden bir şey. Bu karanlık salonlardan çıkan seyirci umut yaratabilir. Bunu gerçekten konuştuğu ya da tartışabildiği zaman. Filmlerde yapay umut yaratarak yalnızlıklarımızdan kurtulamayız,” dedi.
Orçun Köksal: “Bu toprakların kaybettiği, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerini anlatmaya çalıştım”
Bu yıl prömiyerini yaptığı İstanbul Film Festivali’nde Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü’nü kazanan Bars günün izleyiciyle buluşan bir diğer Ulusal Yarışma filmi oldu. Senaryosu ve yönetmenliği Orçun Köksal'a ait film, iki zooloğun soyu tükenmiş olan Anadolu parsına dair bir iz bulabilmek için çıktıkları yolculukta yaşadıklarını konu alıyor. Film sonrası gerçekleşen söyleşide Orçun Köksal, “Anadolu Parsı filmde bir metafor. Bu toprakların kaybettiği, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerini, karakterini ve kültürünü yine bu topraklarda nesli tükenmekte olan bir varlık üzerinden anlatmaya çalıştım. Pars da bu topraklarda binlerce yıl yaşamış en görkemli varlık. Büyüleyici bir hayvan ve onu yitirmek çok acı. Tıpkı bu kültürün, bu toprağın karakterini yitirmek gibi… Motivasyonum buydu. Filmde Emre karakteri batıyı, Veysel karakteri doğuyu temsil ediyor. Biri taşrada biri metropolde yetişmiş. İkisinin ortak bir gayesi var. Parsı aramakla başlayan bu yolculuk git gide onların da kendilerini ve bildiklerini sorgulamasına dönüşüyor. Filmin başka bir derdi daha var, filmin ciddi bir sistem eleştirisi var, bürokrasi ile bir problemi var. Karakterlerimiz sürekli buna takılmalarına rağmen gayelerine ulaşmaya çalışıyorlar,” dedi.
Görüntü yönetmeni Orçun Özkılınç ise; iyi bir ön çalışma yaptıklarını, 15 gün mekânları gezdiklerini ve 10 gün kadar da masa başında çalıştıklarını söyledi ve “Benim önemsediğim sinematografi aslında senaryoya hizmet eden, görüntülerin güzel olmasından öte hikâyeyle beraber çalışması önemli. Orçun’un ve senaryonun ne istediği konusunda birlikte ilerledik. Birbirimizi anlayarak bu sonuca ulaştık,” dedi.
Mauro Conte: “Müzik ve sanat yaşamı iyileştirebilir”
Festivalde bu yıl ilk kez düzenlenen Uluslararası Yarışma kapsamında gösterilen Gabriele Guidi imzalı Terezin filmi sonrasında başrolde yer alan Mauro Conte izleyicilerle bir araya geldi. İtalyan klarnetçi Antonio ile Çek kemancı Martina'nın 2. Dünya Savaşı sırasında Prag'da başlayan, Terezin Gettosu olarak da bilinen kötü̈ şöhretli Theresienstadt toplama kampında devam eden aşklarını, kampın daha önce görülmemiş yanları, kamptaki diğer besteciler, ressamlar, heykeltıraşlar, şairler ve yazarların hikayesi ile harmanlayan Terezin, o günlerdeki Orta Avrupa ruhunu da keşfe çıkıyor. Filmde Antonio karakterine hayat veren Mauro Conte film sonrası gerçekleşen söyleşide “Yönetmenin film için yola çıkış noktası bir gazete haberiydi. 7 yıl boyunca haber üzerinde çalıştı. Müziğe tutkusu olan bir yönetmen. Müzik ve sanat yaşamı iyileştirebilir. Sorunlarla karşılaştığımızda onlara karşı mücadele etme gücü verebilir müzik, genel anlamda sanat. Ne yazık ki Terezin kampındaki pek çok sanatçı ve müzisyen yaşamını kaybetti. Yaşasalardı Avrupa kültürünü etkileyecek değiştirecek boyutta işler yapabilecekleri düşünülüyordu. Ama ne yazık ki bu hikâyeyi pek bilen yok. Terezin’i Hitler modern bir kamp olarak göstermek istediği için genellikle kampta ressamlar, müzisyenler, yönetmenler bulunmaktaydı. Film İtalya’da 3 gün önce ilk kez gösterildi ve buradan sonra Amerika yolculuğu var oradaki festivaller için. Film, şu anda ziyaret edebileceğiniz gerçek bir mekânda çekildi. Orada çalışmak benim için gerçekten etkileyici ve zordu,” dedi.
Sevin Okyay ve Murat Meriç’le keyifli sohbet: Sinemada Müziğin İşlevi
Vecdi Sayar moderatörlüğünde festivalde bu yıl Emek Ödülü alan sinema yazarı, çevirmen, radyo ve tv programcısı Sevin Okyay ile müzik yazarı Murat Meriç’in konuşmacı olduğu Sinemada Müziğin İşlevi adlı söyleşi İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlendi. Sevin Okyay ve Murat Meriç’in müzik ve sinemaya olan ilgilerinin başlangıç süreçlerini ve mesleğe nasıl adım attıklarını anlatmalarıyla başlayan söyleşide, müziğin filme katkısı ne olmalı, her filmde mutlaka müzik olması gerekir mi ya da müziğin filmin önüne geçmesi mümkün mü gibi konular tartışmaya açıldı.
Sevin Okyay, film müziği hazırlanırken tüm süreçte ve ekip olarak çalışmanın önemine dikkat çekerken, “Ben müzik olmayınca yine de bir eksiklik hissediyorum, ama bazen de sesi çok iyi kullanıyorlar. Filmle müzik bir bütünlük oluşturduysa zevkle izleyebiliyorsun. Bazen hiç senaryoyu görmeden müzik yapılıyor. Bence bu tamamen yanlış bir şey. Filmin müziğini yapacak kişi sinopsisi de okumalı, film bittikten sonra da filmi izlemeli ki o arada hikâyenin akışına göre bir şeyler yaratsın. Kurgucu ya da yönetmenle birlikte çalışmalı ve ortak bir şey çıkmalı,” dedi.
Müzik aşkının çocukken izlediği Rocky, Jaws, Top Gun ve The Wall gibi filmlerle damarlarına girdiğini söyleyen Murat Meriç filmlerde müzik kullanımı konusunda, “Bu bir cesaret işi, kullanmamayı ya da kullanmayı tercih edebilir. Müzikle doldurmayı ve örmeyi ve hatta filmin içinde kullandığı şarkılarla filmin adından söz ettirmeyi de hedefleyebilir. Bu tamamen yönetmenin tercihi. Aslında Türkiye sinema tarihinin en başına gittiğimizde müzikallerle başladığını görüyoruz. Muhsin Ertuğrul 1933’te Leblebici Horhor, Cici Kızım, Karım Beni Aldatıyor’u çekmiş. Sesli çekilen ve şarkılı filmler bunlar. Zaten Türkiye’de sinemada ilk kez şarkı kullanımına bu filmlerde rastlıyoruz. 1950’lerde Lüküs Hayat var. O çok önemli. 1970’li yıllarda da bir sürü müzikal var. 80’li yıllarda, memleketin karanlığı sinemanın ve müziğin üstüne sinince ki 80’li yıllarda yapılmış çok iyi şeyler olmakla birlikte aslında bir bereketten söz etmek pek mümkün değil,” dedi.
Müzik Temalı Kısa Film Projeleri izleyicilerle buluştu
Geçtiğimiz yıl düzenlenen Müzik Temalı Kısa Film Proje Yarışması’na başvuran 67 projeden arasından seçici kurul tarafından seçilen ve Proje Geliştirme Atölyesine katıldıktan sonra çekimleri tamamlanan 10 film, festival kapsamında Kısaca Müzik programı altında beyazperdedeydi. İzmir Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleşen film gösteriminin ardından Seçici Kurul’da bulunan belgesel film yönetmeni Hilmi Etikan, Prof. Dr. Lale Kabadayı, belgesel yapımcısı Tahsin İşbilen ve festival direktörü Vecdi Sayar izleyicilerle projelere dair görüşlerini paylaştı. Proje ile hedeflerinin sinema yapmayı isteyen gençleri özendirmek olduğuna dikkat çeken Vecdi Sayar, “Çok farklı projeler başvurdu. Seçtiğimiz 10 proje tamamlanmış olarak karşımıza geldi. Filmleri izledikten sonra bütün arkadaşlarımın sinemacı olacağına hatta olduğuna inanıyorum,” dedi.
Sayar’ın ardından söz alan Prof. Dr. Lale Kabadayı, “Çok zekice buldum filmleri, o yüzden buradaki yönetmen arkadaşların hepsini tebrik ediyorum. Vecdi bey ilk kez bize geçen sene geldiğinde nasıl filmler çıkacağına dair ümidimiz vardı ama bu kadar yaratıcı filmleri açıkçası ben beklemiyordum,” dedi. Ekip çalışmasına vurgu yapan Hilmi Etikan: “Film çekmek ve tamamlamak kolay iş değil, ekip çalışması olarak hepsi ellerinden gelen her şeyi göstermişler,” dedi. Konuşmanın devamında gençlerin daha sıkı çalışması gerektiğini söylerken, başarılı projeler devam ettikçe desteğin de devam edeceğini belirtti. Kurulun bir diğer üyesi Tahsin İşbilen de filmlerden övgüyle bahsetti ve “Atölye sonucunda hedeflediğiniz 10 tane filme ulaşıyorsanız bu atölye zaten başarılı bir atölye olmuştur. Arkadaşlarımızı tebrik ederim, gerçekten çok güzel filmler,” dedi.
Görsel link: https://we.tl/t-LUfUxU82w0
Instagram|izmirfilmmusicfest
Twitter|izmirfilmmusic
Facebook|izmirfilmmusicfest
kultursanat.izmir.bel.tr | izmirart
3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali Başladı
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İZFAŞ, İZELMAN ve Kültürlerarası Sanat Derneği işbirliği ile T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü katkılarıyla düzenlediği3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali, Elhamra Sahnesi’nde düzenlenen açılış töreniyle başladı.1 hafta sürecek festival programının tanıtıldığı, Emek Ödülleri’nin ve festival sponsorlarına plaketlerin takdim edildiği törende Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinden özenle seçilmiş 11 sahne üzerine bestelenen caz parçalarından oluşan Taşra Üçlemesi Caz Projesi dünya prömiyerini yaptı.
Tunç Soyer: “Her geçen yıl daha da büyüyerek, ayakları yere sağlam basarak, olgunlaşarak güzel İzmir’imize önemli bir festival kazandıracağız.”
Açılış töreninde konuşma yapan İzmir Büyükşehir Belediye BaşkanıTunç Soyer “Bugün sizlerle bir arada olmaktan, sinemaya, sanata, müziğe ve festivale dair heyecanımızı paylaşmaktan büyük mutluluk duyuyorum.Bildiğiniz üzere 3 yıl önce bir hayalimizi gerçekleştirdik. Uzun süredir üzerinde çalıştığımız İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’ni hayata geçirdik. Pandemi şartlarına, ekonomik krize rağmen İzmir için tarihi bir adımı atmış olduk.Bu yıl üçüncüsünü hep birlikte hayata geçireceğiz. Her geçen yıl daha da büyüyerek, ayakları yere sağlam basarak, olgunlaşarak güzel İzmir’imize önemli bir festival kazandıracağız. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali hem sinema sektörünü İzmir’e taşıyacak, İstanbul’dan sonra sinema merkez üssü olmaya çalışacak, hem de bir film için gerekli olan doğal film platoları, tarihi mekanları, yetenekli insan gücü ile sinema sektöründe adından daha çok söz ettirecek.Tüm İzmirli hemşerilerime, sanat sever izleyicilere, siz değerli sinema ve müzik emekçilerine sinema, müzik ve sanat dolu 1 hafta diliyorum,” dedi.
Festival Direktörü Vecdi Sayarfestivalin destekçilerine, tüm çalışanlarına teşekkür ettiği ve bu yıl festivalde yapılan yeniliklere dikkat çektiği konuşmasında “Programda 100 uzun metraj, 20 kısa metraj filmimiz var. Festivalin üçüncü yılında bir adım daha atarak, ilk kez uluslararası yarışma düzenliyoruz.Çok geniş bir yelpazede, dünyanın farklı köşelerinden filmlerimiz var. Ulusal ve uluslararası konuklarımız hafta boyunca bizlerle olacak. Çocuklar için film gösterimlerimiz olacak, bu yıl belgesel film gösterimlerine de ağırlık veriyoruz. Bu festival, bütün büyük festivallerin olduğu gibi biraz da Sinematek işlevi görüyor. Sadece günümüz sinemasını değil, geçmiş dönem sinemanın büyük ustalarını da gündeme getirmek, gençlerle buluşturmak hedefini taşıyor. Şimdiden herkese iyi seyirler,”dedi.
Bu yıl festivalin Emek Ödülü’ne layık görülen, politika muhabiri olarak başladığı gazeteciliğe kültür sanat alanındadevam eden, Türkiye’nin ilk kadın sinema eleştirmeni olarak bilenen, usta yazarların kitaplarının çevirmeni, televizyon ve radyo programcısı, yazar Sevin Okyay’a ödülü İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer tarafından takdim edildi. Sevin Okyay teşekkür konuşmasında “Çok uzun zaman sonra yeniden İzmir’e geliyorum. Eski arkadaşım Oğuz Makal’la aynı gecede emek ödülü aldığım bir festivalin açılışında olmaktan çok mutluyum. Herkese çok teşekkür ediyorum,” dedi.
Festivalin bir diğerEmek Ödülü’nün sahibi İzmir Uluslararası Film Festivali ve İzmir Enternasyonal Fuarı Sinema Burada Film Festivali’nin kurucusu, yazdığı kitaplarla, çizdiği karikatürlerle, belgesel filmleriyleve elbette yetiştirdiği öğrencilerleTürk sinema dünyasına çok değerli izler bırakan, Türkiye’nin ilk sinema doktoru Prof. Dr. Oğuz Makal’a da ödülü İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyertarafından verildi.Prof. Dr. Oğuz Makal, İzmir Sinematek’i kurduğunda şu anda içinde bulunulan Elhamra Sahnesi’nde filmler gösterdiklerini dile getirerek “Bütün hayatım İzmir’de geçti. Tunç Soyer’e İzmir’in çağdaş bir kent olmasının daha ötesinde dünyaca tanınan bir kent olmasında, dünyaya açılmasında İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’ne vermiş olduğu destek için ayrıca teşekkür ederim,” dedi.
Festivalin Onur Ödülü’ne layık görülen Macar sinemasının Oscar Ödüllü büyük ustası István Szabósağlık sorunları sebebiyle törene katılamadığı için usta yönetmenin ödülü Macaristan Sinema Enstitüsü’nden KatalinVajda’ya takdim edildi. Festivale teşekkürlerini sunan Vajda, Szbao’un İzmir seyircisi için yazdığı notu iletti: “Doktorum seyahat etmeme izin vermediği içinmaalesef sizlerle birlikte olamadım, yanınızda olamadığım için çok üzgünüm. Filmlerime verilen bu önem benim için çok büyük onur. Sinema bizleri biraraya getirsin isterim, film yapmamın de yegâne sebebi budur. İnsanlar birbirine duygularını aktarabilsin, daha rahat dokunabilsinler. Festivalde iki filmim gösterileceği için de ayrıca teşekkür ederim,” dedi.
Törende festivale destekleri nedeniyle İzmir Kent Konseyi adına Kent Konseyi Yürütme Kurulu ÜyesiDr. Nuri Seha Yüksel’e, Milli Kütüphane Vakfı BaşkanıUlvi Puğ’a, Kültür ve Turizm Bakanlığı İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürü Aydın Uştuk’a,İstinye Park Teras adına Fırat Aktaş’a,Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Türkiye adınaSelin Ünal’a,Goethe Enstitüsü İzmir adına Özlem Günerli’ye,Macaristan Sinema Enstitüsü adına KatalinVajda’ya,Fransız Kültür Merkezi İzmir adına Merkez Müdürü Jose Maria Quieros’ya,İzmir İtalya Konsolosluğu adına Valerio Giorgio’ya plaketleri verildi ve tüm destekçilere teşekkürler sunuldu.
Bu yıl ilk kez festival mekanları arasına katılan Elhamra Sahnesi’ndeki açılış töreni Altın Palmiye sahibi usta yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmlerinden seçilmiş sahneler üzerine bestelenen caz parçalarından oluşan Taşra Üçlemesi Caz Projesikonseri ile sona erdi. Dünya prömiyerini gerçekleştirenkonserde, projenin bestecisi piyanist Yiğit Özatalay’a, saksofonda Barış Ertürk, davulda Mustafa Kemal Emirel eşlik etti.
7 farklı mekânda 100’ü aşkın film izleyiciyle buluşacak!
Bu yıl Uluslal Yarışma heyecanına Uluslararası Yarışma’yı da ekleyen 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali’nde Müziğin Yıldızları, Dünya Festivallerinden, Müziğin İzinde, Hayatın Ritmi, Renkli Rüyalar, Yarışma Dışı Özel Gösterimler,Kısaca Müzik,Müziğin Yıldızları, Anılarına,Ustaya Saygıve İki Arada Bir Derede adlı bölümlerde merakla beklenen yepyeni yapımlar ve sinema tarihine adını yazdırmış unutulmaz klasikler beyazperdede olacak.
Tüm gösterimlerin ücretsiz olduğu festival bu yıl tüm şehre yayılacak ve filmler izleyiciyle İstinyePark Teras RenkSinemaları, Elhamra Sahnesi, Karaca Sineması, İzmir Fransız Kültür Merkezi, İzmir Sanat ve açık hava film gösterimlerinin yapılacağı Göztepe vapur iskelesindeki Kadifekale Gemisi’nde buluşacak.
Film gösterimleri, söyleşiler ve konserlerle dolu bir haftanın sonunda 21 Haziran akşamı İstinyePark Teras Renk Sinemaları 4 nolu salonda yapılacak Ödül Töreni’nde Ulusal ve Uluslararası Yarışma, Dizi Müzikleri ve İzmir Kent Konseyi Ödülleri açıklanacak, Kristal Flamingo’lar sahiplerine takdim edilecek.
Görsel Linki:http://drive.google.com/drive/folders/1TjQyq1gvwlNoYZGFzEEPbFTz3Y66Fb5D?usp=sharing
Instagram|izmirfilmmusicfest
Twitter|izmirfilmmusic
Facebook|izmirfilmmusicfest
kultursanat.izmir.bel.tr | izmirart
Web sitesi|https://www.ifmfest.com/